Interview of Maulana in Turkish Magazine Aksiyon | 4th June 2012
Hindistanlı âlim Mevlana Vahiduddin Han’a göre İslam ülkeleri sömürge altında yaşamanın verdiği negatif düşüncenin etkisinden kurtulamıyor. Türkiye’nin yeri ise farklı...
Mevlana Vahiduddin Han, 1925’te Hindistan’ın Uttar Pradeş eyaletinde doğdu. Genç yaşta İslami ilimlerde yüksek başarı gösterdi, gençlik yıllarında modern ilimler ile İslami ilimleri bir arada çalıştı ve bu sahada Müslümanları entelektüel olarak uyandırmak gerektiğini çevresine yaydı. Bu amaçla 70’lerde İslam Merkezi’ni kuran Han’ın çalışmaları dünya genelinde de ses buldu. 200’den fazla kitabı bulunan ve eserleri birçok dile çevrilen Vahiduddin Han, barışa katkılarından dolayı Hindistan ve dünyanın değişik ülkelerinde uluslararası barış ödülleri aldı.
Bu ödüller arasında Demiurgus Barış Ödülü, Hindistan Cumhurbaşkanlığı’nın en önemli üçüncü ödülü olan Padma Bushan ve Rajiv Gandi Sadbhavna Ödülü de var. Hâlen Hindistan’ın başkenti Yeni Delhi’de uluslararası bir sivil toplum örgütünün (CPS Global) başkanı olan Han, başta ülkesinde yayın yapan millî kanallar olmak üzere birçok televizyon ve radyo için dinî programlar yapmakta. Yeni Ümit ve Hira dergilerinin geçen günlerde Gaziantep’te düzenlediği “Sosyal Problemlere Peygamber Yolu’ndan Çözümler” konulu sempozyuma baş konuşmacı olarak katılan Mevlana Vahiduddin Han, Türkiye’de geçirdiği zaman zarfında Hizmet Hareketi’ni de yakından tanıma ve faaliyetlerini gözlemleme imkânı buldu. Fethullah Gülen Hocaefendi için “Üstad” ifadesini kullanan Han, Yeni Delhi’de başkanı olduğu mütevazı Barış ve Maneviyat Merkezi’nde (CPS Global) sorularımızı cevapladı.
-Barış ve Maneviyat Merkezi olarak misyonunuz nedir?
Tek cümle ile ifade etmek gerekirse, İslam’ın yeniden yaşatılmasıdır. Ona karşı önyargıları yıkmaktır. Günümüzde İslam, dünyanın en yanlış anlaşılmış dinidir. Bundan hareketle biz gerçek İslamı dünyaya anlatmak istiyoruz. Aşırıcılığın, köktenciliğin, şiddetin İslam’da yeri yoktur ve biz bunu bütün dünyaya anlatmaya çalışıyoruz. Bu bağlamda değişik dillerde birçok yazılı yayınımız bulunmakta. Bunun için de bu harekete “Entelektüel Uyanış” yahut “Manevi Yenilenme” diyoruz. Kendimize vazife edindiğimiz bir diğer görev de gayrimüslimler arasında davet vazifesini yürütmektir. Bunun için de en büyük kaynağımız Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an günümüze kadar bozulmadan korunarak gelen tek dinî kitaptır. Bu yüzden biz Kur’an’ın gerçek mesajını bütün insanlığa ulaştırmak istiyoruz. Bu bağlamda arkadaşlarımız Kur’an-ı Kerim’i dünyanın değişik dillerine çevirerek dağıtım yapıyorlar. Tabii bunun yanında destekleyici yayınları da dağıtıyoruz. Ve hiçbir şekilde siyasi ve toplumsal bir güç olmak gibi bir hedefimiz de bulunmamaktadır.
-İslam ile demokrasinin uzlaşması mümkün müdür? İslam ülkelerinde demokrasi yoksunluğunu nasıl yorumluyorsunuz?
İslam ile demokrasinin bağdaşlaştırılması diye bir şey düşünülemez. İslam zaten demokrasiye inanmakta ve onu kapsamaktadır. Demokrasi, bir İslami metottur. Bir hadiste Peygamber Efendimiz (sav) der ki: “Devletler halkların sosyal durumlarına uygun olarak kurulmalıdır.” İslam, ideolojisinin halka baskı ile kabul ettirilmesini istemez. Halkın, demokratik kurumların mevcut olduğu bir ortamda özgür iradelerini ortaya koymalarına imkân sağlar. İslamın sosyal alanda uyguladığı metot tamamen demokratiktir.
-Siyasal İslam’ın çok popüler olduğu bir zamanda bulunuyoruz. İslam ve siyaset arası ilişki üzerine düşünceleriniz nelerdir?
“Siyasal İslam” ifadesinin tamamen karşısındayım. Siyasal İslam diye bir şey yoktur. Bu yanlıştır. İslam’ın siyasi bir otorite, hükümet ya da devlet kurmak gibi bir derdi yoktur. Eğer Kur’an’ı dikkatlice okursanız hiçbir yerinde “İslami bir devlet kur” emrini göremezsiniz. Kur’an’da yaratılış planına göre daha çok imandan, ahlaktan, insandan, ibadetten, tefekkür ve tezekkürden bahsedildiğini görürsünüz. Bu da İslam’ın, insanın şahsi kemalatıyla, gelişimiyle ilgili olduğunu, onu geliştirmeyi hedeflediğini gösterir.
-İslam’ın devlet anlayışı nedir? Müslümanlar için devlet bir hedef mi olmalıdır?
İslam’ın ana hedefi bir devlet kurmak değildir. Devlet, toplumların sosyal durumlarına bağlı bir olgudur. İnançlara bağlı değildir. Önceki soruya verilen cevapta da bahsedildiği gibi Kur’an-ı Kerim’de kurulması gereken bir devlet sisteminden yahut formundan bahsedilmez, daha çok şahsi kemalattan bahsedilir. Bu yüzden günümüzde “İslam Devleti” hedefi ya da ifadesi siyasi bidattir. Kur’an’da özel bir devlet kavramı üzerinde durulmaz, sadece prensipler ve değerler üzerinde durulur. Sosyal toplumu oluşturan halklar, bu prensipler ve değerlere göre kendi sosyal durum ve zamanlarına uygun sistemi kurarlar.
-Yüzyıllardır Müslümanlar, dünyada saygı gören büyük entelektüeller üretememekte. Bunun sebebi ne olabilir? Bu sahada yeni bir doğuş hareketlenmesi görüyor musunuz?
İslam dünyasının asırlardır büyük entelektüeller üretememesinin en büyük sebebi, olumsuzluklar dünyasında yaşamalarıdır. Bir başka deyişle yaşadıkları ortamlarda Müslümanlar daha çok negatif düşünce içindedir. Hep bir şikâyet, husumet, düşmanlık fikri ön plana çıkmıştır. Ve tabii fakirlik, ayrılık ve cahillik de bunda en büyük etkenler olmuştur. Ben günümüz dünyasına bakarak bu genellemeden sadece Türkiye’yi çıkartıyorum. Dünya üzerindeki 58 İslam ülkesinin hemen hepsi bir negatiflik içinde yuvarlanıp gitmektedir. Bunun arkasında da Müslümanlarda sömürgeciliğin oluşturduğu Batı düşmanlığı yatmaktadır. Türkiye bir sömürge olmadığı için bu olgunun dışında tutulmalıdır. Misyonumuzun diğer hedeflerinden biri de İslam dünyasında oluşmuş bu negatif düşünceyi daha çok entelektüel üreterek yok etmektir.
-Modern dünyanın en çok tartıştığı konulardan biri de İslam’da kadın-erkek ilişkileri. Kadının toplumdaki rolü üzerine düşünceleriniz nelerdir?
Batı kaynaklı düşünürler genelde İslam dünyasında kadın-erkek eşitliği olmadığını söyler. Bu düşünce yanlıştır. Çünkü kadın ve erkeğin eşitliği doğal değildir. Yaratılışta her türün kendi doğasında farklı meziyetleri vardır. Kadın ve erkek de buna göre farklı yaratılmıştır. Yine bir Batılı düşünür haklı olarak “Doğada bir tekdüzelik yoktur.” demiştir. Buna bağlı olarak hem türler arasında hem de cinsiyetler arasında eşitlikten bahsedilemez. İslam’da her cinsin kendine göre özel bir rolü vardır. Kadının toplum içinde üstleneceği rol ayrı, erkeğin üstleneceği rol ayrıdır. Her cins aynı saygıyı hak etmektedir fakat kendine biçilen roller farklıdır. Her birey kendine göre farklı kalite ve meziyetlerle donatıldığından toplum içinde ve ailede yapacağı, üstleneceği rolleri de farklı farklıdır. Nerede farklı kalite ve meziyetler varsa o da zenginliği, çeşitliliği getirir. Bu bir eksiklik değil, zenginliktir.
-Dünyada süregelen haksızlıkları da düşünerek, dinin sorunları çözmede oynayacağı rol nedir?
Dünyadaki mevcut problemlerin ana sebebi olarak, Allah’ın yaradılış planına ters yapılan planlar ve bunu uygulamaya çalışan insanları görüyorum. İslam düşüncesinde insana tavsiye edilen, Allah’ın dünyayı, evreni ve insanı yaratış planını anlamaya çalışmaktır. Allah’ın hakkımızda düşündüğü planları anlayamaz ya da anlamaya çalışmazsak yapacağımız her plan kendi adımıza sorun olacaktır. Kur’an-ı Kerim’in ana meselesi de budur. İnsanlara Allah’ın kainatı yaratış amacını, planını anlatmak ve ona göre yaşamalarını öğütlemektir. Ancak bizden beklenen, barışın formülünü bulmamızdır. Herkes barış hakkında konuşur fakat bunu pratiğe dökmek ancak birlikte yaşama duygusunu geliştirmekle olabilir. Kur’an-ı Kerim’de bu “Sizin dininiz size, benim dinim bana” şeklinde Kâfirûn Suresi’nde ifade edilmiştir. Fakat insanlar genelde kendi inançlarını, yaşam şekillerini başkalarının üzerine empoze etmeye çalışırlar ve bu, problemlere kaynaklık eder. Ama barışı imar etmek için kendi inançlarımızı başkalarına empoze etmek yerine onların tercihlerine saygı duymamız esas alınmalı ve bu formül hayatımıza uygulanmalıdır.
-Batı’da hâlâ ‘İslam eşittir terörizm’ düşüncesi var. Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?
Bu, İslam gibi anlamı barış olan bir din için kabul edilemez bir ifadedir. İslam barış dinidir. ‘Selim’ kökünden gelir. Kur’an-ı Kerim’de barışı öğütleyen ve İslam’ın barış dini olduğunu ifade eden birçok ifade mevcuttur. Terörün İslam’da yeri yoktur. Günümüzde ise terör, devlet dışında silahlanmış yapıların ya da illegal grupların faaliyetidir. İslam fıkhında ise devletten başka hiçbir otorite silah kullanamaz ve savaş ilan edemez. Devlet bile savunma amaçlı olarak silah kullanabilir. Devlet dışında bir grup ya da ekip direniş ya da faaliyet yapacaksa bunu barışçıl metotlarla yapmak zorundadır. Devlet dışında yapılan silahlı direniş haramdır. Bu konunun bitirilmesi için bütün İslam âlimlerinin ortak bir fetva yayımlayarak devletler dışında silahlı direniş için şiddet uygulamanın terör ve haram olduğunu ilan etmeleri gerekmektedir. ‘Cihad’ diyerek yola çıkan sözde mücahitler, yapılan bu şiddete sessiz kalan âlimlerden güç alarak kendilerine dayanak noktası bulmaktadır. Bütün İslam âlimleri bu konuda sessizliklerini bozarak silahla cihadın olmayacağını belirten ortak bir fetva yayımlamalıdır.
-Dinler ve inançlar arası diyaloğun önemi size göre nedir?
İslam’a göre dinler arası diyalog çok önemlidir. Fakat bunu sadece İslam’a davet, kendi güvenliğini sağlamak ve bazı konularda mutabakat sağlamak için değil, ortak bir akıl oluşturmak ve birbirini tanımak için yapmak gerekir. Bu da ancak doğru bir diyalog dili ile mümkün olur. Sorun olan konuları tartışarak diyaloğa geçmek de diyaloğun karakterine terstir. Ki aynı ortamda barış ve huzur içinde yaşamak için dinler arası diyaloğun doğru dilini kullanmak şarttır. Bu bize barış ve uyum içinde bir dünya getirecektir.
-Hizmet Hareketi hakkındaki görüşleriniz nelerdir? Barış ve birlikte yaşama kültürü oluşturmada Hizmet Hareketi’nin rolünü nasıl görüyorsunuz?
Üstad Fethullah Gülen’in Türkiye başta olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki arkadaşları ile barış ve birlikte yaşama kültürü oluşturmak için yaptıklarını takdirle karşılıyorum. Gülen ve ondan ilham alanlar özellikle eğitim alanında ve sosyal alanlarda gösterdikleri faaliyetlerle dünyanın dört bir yanına yayılarak barış adaları oluşturmuş ve birlikte yaşama kültürüne büyük katkılar sağlamışlardır. Bu barış adacıkları insanlığın huzuruna hizmet etmekte ve insanların nefes almalarına fırsat sağlamaktadır. Üstad Gülen bu fikirleri ile sadece Türkiye’de değil, dünyanın dört bir yanında milyonlarca kişiye ilham kaynağı olmuştur. Burada bir noktanın altını çizmek istiyorum. Geçen yüzyılda Türkiye bir imparatorluk ve hilafetin merkezi idi. Özellikle 19. yüzyılın sonlarına gelindiğinde dış ve iç baskılardan dolayı halifelik makamı fonksiyonel olmaktan çıkmış ve canlılığını yitirmeye başlamıştı. Bana göre bunlar gerekli idi ve yaşandı. Bu süreçte ve sonrasında yaşananlar Türkiye’nin büyük tecrübeler kazanmasına vesile olmuştur. Sonraki dönemde Cenab-ı Hakk’ın Fethullah Gülen gibi bir insanı Türkiye’ye nasip etmesi ve onun da fikirleri ile herkesi barış ve huzura çağırması, Türkiye için büyük bir şanstır. Gülen, kendisini takip edenlerle barışçıl ve müspet yolları izleyerek eğitim kurumları kurmuş, halkı hem dine hem de modern dünyaya karşı bilinçlendirmiştir. Bu hareket daha sonra dünyanın dört bir yanına yayılarak barışa hizmet etmiştir. Cumhuriyet öncesi İslam dünyası için sadece siyasi bir merkez olan Türkiye, şimdi Gülen’in eğitim alanında ve sosyal alanlarda sunduğu fikirleri ve onu izleyenlerin uygulamadaki başarıları ile İslam dünyasının gıpta ile baktığı bir kültür, barış, eğitim, bilinçlenme merkezi hâline gelmiştir. Ben şahsım kendi hâlinde bir âlim olarak, Üstad Gülen’in bu reformlarını ve düşüncelerini, yeni nesle sunduğu bu düşünce ufkunu, bir hayranı olarak ayakta alkışlıyorum. Ben kendisinin büyük bir hayranıyım.
-Türkiye’de katıldığınız “Peygamber Yolu” sempozyumu hakkında neler söyleyeceksiniz.
Sempozyum benim için büyük bir tecrübe oldu. Çok duygulu anlar yaşadım. Konuşmam, benim gibi çok sıradandı. Eğer çok beğenilecek bir şey varsa o da orada hazır bulunan çoğunluğu Türk olan dinleyicilerin hassasiyetleri, kibarlıklarıdır. Biraz önce de bahsettiğim gibi Türkiye, İslam dünyası için ayrıcalığa sahip bir ülke. Bugün 58 İslam ülkesi negatif bir düşünce modunda yaşarken ziyaretim boyunca karşılaştığım hiçbir Türk’ün negatif bir konuşma içinde olduğuna şahit olmadım. Bu bağlamda Türk halkının pozitif bir yaşam modunda olduklarını söyleyebilirim. Özellikle ekonomik sahada gösterilen başarılarla Türk insanı ne kadar gayretli ve çalışkan olduğunu bütün dünyaya göstermiştir. Diğer İslam ülkeleri petrol kaynaklı ekonomiye sahipken Türkiye sanayi ve üretim kaynaklı ekonomisi ile öne çıkmıştır. “Peygamber Yolu” sempozyumu, emsalsiz bir sempozyumdu. Dünyanın 60 ülkesinden gelen heyetlere ev sahipliği yaptı. Bundan önce dünyanın dört bir yanında birçok sempozyuma davet edildim. Hemen bütün Müslüman konuşmacılar negatif tonda konuşuyorlardı. Hepsinde İsrail ve Amerika’nın, şunun veya bunun aleyhinde konuşmalar yapılıyordu. Sempozyumların genelinde nefret, öfke ve şiddet dili hâkimdi. Ancak bu sempozyum çok farklıydı. Bu sempozyumda başkalarından şikâyet havası yoktu. Türk insanı farklıydı, bu sempozyum da farklıydı. Türkiye’yi ziyaret ve bu sempozyuma katılmak benim için çok hoş bir sürprizdi.