Sizinti | Turkish Magzine | August 2012
Hindistan İslâm Merkezi Başkanı Mevlâna Vahidüddin Han, Yeni Delhi'de yaşayan bir Ehli Sünnet âlimi. Vahidüddin Han 87 yaşında olmasına rağmen düzenli olarak sohbetler yapmakta, makale ve kitaplar yazmakta. Urduca yazdığı eserler, kızı tarafından İngilizceye tercüme edilerek neşredilmekte.
Mevlâna Vahidüddin Han meşhur bir İslâm âlimi ve barış aktivistidir. Demiurgus Uluslararası Barış Mükâfatı ve Ulusal Vatandaş Mükâfatı sahibidir. 2009'da ise, Rahibe Terasa ve Rajiv Gandhi Sadbhavana Mükâfatını aldı. Kur'ân tercümesi ve tefsiri vardır. Mevlâna Vahidüddin Han, 5–6 Mayıs 2012'de Gaziantep'te tertiplenen "Sosyal Problemler Peygamber Yolundan Çözümler" isimli sempozyuma katılmış ve çok ses getirici bir açılış konuşması yapmıştır. Yeni Ümit ve Hira dergilerinin ortaklaşa düzenledikleri bu sempozyuma Mısır'ın meşhur Baş Müftüsü Prof. Dr. Ali Cuma, Cezayir Metodoloji Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Babaammi, Ürdün Uluslararası İslâm Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Abdünnasır Ebu'lBasal, Moritanya İslâm Kültürü Arap Meclisi Başkanı Prof. Dr. Halil Nahvî, Suudî Arabistan Uluslararası İslâm Düşüncesi Enstitüsü Genel Sekreteri Prof. Dr. Abdülhamid Ebu Süleyman gibi yurt dışından tanınmış ilim adamları katılırken, yurt içinden de Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Diyanet İşleri Eski Başkanı Ali Bardakoğlu, Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Prof. Dr. Raşit Küçük başta olmak üzere İlâhiyat Fakültesi hocaları, Diyanet müftü ve hocaları ve ülkemizin farklı bölgelerinden çok sayıda kanaat önderi, gönül adamı katıldı.
Mevlâna Vahidüddin Han'ın sempozyuma katılması benim için sürpriz oldu. Onu yetmişli yıllardan beri "İlmin Işığında İslâm" kitabı ile tanıyordum; fakat hayatta olduğunu tahmin etmiyordum. Onu millî kıyafetleri ve gözyaşları ile şu sözleri söylerken görmek, benim için tam bir sürprizdi:
"Bismillahirrahmanirrahim
Bu tarihî sempozyumu organize edenlere çok teşekkür ediyorum. Ayrıca bana böyle bir kitleye hitap etme fırsatını verdikleri için müteşekkirim. Bu benim Türkiye'yi ilk ziyaretim. Âdeta bir keşif yolculuğundayım. Bu seyahatte bir inkılâp insanına denk geldim. Fethullah Gülen'i tanıdım. Milyonlarca insana ilham olmuş bir zât. Kendisinin fikirlerinden ilham alan birçok insanla tanıştım. Eğitimde, sağlıkta, sosyal reformda muazzam işler yapan insanlarla tanıştım. Binlerce eğitim müessesesi kurdular, sadece Türkiye'de değil, bütün dünyada. Âdeta bir eğitim imparatorluğu. Muazzam, kendi şahsına münhasır bir iş. İstanbul'dayken Sultan Eyûb'u ziyaret ettim. Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) sahabelerinden. Tâ İstanbul'a gelmiş ve burada vefat etmiş. Türbesinin önünde dururken şu âyet aklıma geldi. 'Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.' Türbe sessizdi; ama sanki bana şöyle diyordu. Ey siz Ümmeti Muhammed. İslâm peygamberi Yedinci Asır'da büyük bir inkılâp, tecdid yapmıştı bütün bir dünyada. Şimdi sıra sizde. 21. Asır'da bu dönüşümü yapacak sizlersiniz. Şimdi bu kadar imkânlar var, haberleşme var. Karşılıklı iletişim imkânları var. Yani her sene 31 milyondan fazla insan turist olarak Türkiye'ye geliyor. Âdeta Allah'ın mesajını duymak üzere buraya akıyor insanlar. Kapınıza geliyorlar. Ey Ümmeti Muhammed. Allah'ın kitabı sizin elinizde, Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) Sünnet'i var. Sizler buradasınız. Bu nimetleri paylaşalım diye geliyorlar. Kardeşimiz Gülen bu gerçeği ve fırsatı fark etti. Gülen yine modern çağın şartlarının farkına varan birisidir. Ve bu maksatla bir nesil yetiştirdi. Kahramanca mücadele edecek bir nesil. Bu davanın en önemli misyonu tabiî ki Kur'ânı Kerîm'in yeniden anlaşılmasıdır. Kur'ân korunmuş tek vahiydir. Böyle başka bir kitap yok. Asıl hâliyle korunmuş başka bir kutsal metin yok. Ve bu kitap sizin elinizde. Gülen bu Kitab'ın rehberliğinde bu davaya başlamış.
Bu Kitab'ın ehemmiyeti nedir? Bütün dünya ümitsizlik içerisinde yaşıyor. Çağımızda dünyada her türlü gelişmişlik, kalkınma yapıldı. Ama ne oldu? Bir örnek vereceğim. Yeni Delhi'de bir adamcağız yolda yürüyordu. Nerelisiniz dedim? 'Kanadalıyım. Güzel evlerimiz, eşlerimiz var. Orası rahat, maddî mânâda her türlü imkan var. Ama bütün bu imkânlara rağmen ruhumda, vicdanımda bir açlık, bir eksiklik var.' dedi. Kanadalının bu durumu bütün dünya için geçerli aslında. Maddî mânâda her şey var; fakat böyle bir açlık içerisindeler. Çünkü ellerinde onları yönlendirecek böyle bir İlâhî nur yok. Kur'ânı Kerîm bu çağrının cevabıdır. Ben kimim, niçin yaratıldım, niye bu gezegendeyim, ölüm nedir, ölümden sonra ne var, yaratma sebebi nedir, bunlar bilinmiyor. Ve herkes de bunların cevabını arıyor. Bütün bunlara cevap olabilecek bir tek kitap var: Kur'ânı Kerîm. Fethullah Gülen bunu fark etti ve onun mesajı da Kur'ânı Kerîm'dir. Bu bizim de mesuliyetimizdir. Bütün dünyaya anlatmakla mükellefiz.
Biz Kur'ânı Kerîm'in elimdeki İngilizce tercümesini yaptık. Biz de benzer bir misyonla Kur'ân'ın mesajını dünyaya yaymak istiyoruz. Elimdeki günümüz İngilizcesiyle hazırlanmış bir mealdir. Herkesin Kur'ân'ın içerisinde ne olduğunu bilmesi gerekiyor. Yaşadığımız tecrübeler elbette ki çok teşvik edici. Yeni Delhi'de bir İngiliz çift var. Hastalanmışlar. Bizim vakfımızdan bir üyemiz onları hastanede ziyaret etmiş ve Kur'ân meali hediye etmiş. İngiliz: 'Ruhuma, aklıma hitap eden, kafamdaki sorulara cevap veren başka bir hakikati duymaya çok ihtiyacım vardı.' demiş. Gülen de misyonunu Kur'ân'a ve Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) misyonuna dayandırdı. Ve bütün bu açlık içerisinde yaşayan dünyaya bunları ulaştırmayı hedefledi. Allah'ın ümit aşılayan mesajını bu insanlara ulaştırmaya çalışıyor. İstanbul'da Eyyûb elEnsarî'yi ziyaret ederken bir ses işittim. Ses şunu diyordu: 'Ümmeti Muhammed neredesiniz? Bütün insanlık açlıktayken siz nerelerdesiniz? Bütün dünya açlık içerisinde. Allah'ı tanımak istiyorlar. Bizi niçin yarattı bilmek istiyorlar. Ölüm nedir bilmek istiyorlar. Cennet nedir, cehennem nedir? Ümmeti Muhammed neredesiniz?' Benim Türkiye'de duyduğum mesaj buydu. Türkiye çok farklı bir ülke. Doğu'yla Batı arasında bir köprü sanki. Bu işte tabiî ki Allah'ın bir plânı var. Doğu'nun hikmetini Batı'ya nakletme plânı. Doğu'yu Batı'ya taşıma. Çok ümitvarım. Sayın Gülen'e ve talebelerine çok teşekkür ediyorum. Buradaki kurumlara teşekkür ediyorum. İstanbul'da ve Türkiye'de gördüğüm kurumlar çok iyi yönetilen kurumlardı. Bu kurumlarda bir derinlik, bir mâneviyat gördüm. Bir İslâm kültürü gördüm. Ve bu benim ümidimi yeşertti, büyük bir ümit verdi. Bu Türkiye'ye has bir durum sanki. İslâm'ın tarihini yeniden ihyâ etme sanki Türkiye'nin üzerinde bir görev. Sahabenin yedincisekizinci asırlarda yaptıklarını tekrar ettirmek sanki bu milletin görevi gibi. Ve Sayın Gülen'in varlığı da buna bir delil. Çok mutluyum.
Ben yaşlı bir insanım. Ne zaman öleceğimi bilemiyorum. Ama şunu diyebilirim ki, büyük bir ümitle öleceğim. Çünkü bu Türk kardeşlerim benim ve Sayın Gülen'in misyonunu tamamlayacaklar. Ve ölürken de gönlüm gülgülistan olacak. Çünkü Türk insanının bu misyonu tamamlayacağına inanıyorum. Allah sizlerin yardımcınız olsun ve bu asil davayı tamamlamayı nasip etsin."
Mevlâna Vahidüddin Han, daha sonra Timetürk'ün sorularına şöyle cevap verdi: "Bu benim için bir keşif gezisi oldu. Çünkü okuduklarımdan hareketle bende olumsuz bir Türkiye imajı vardı. Fakat burada insanları çok enerjik, çok aktif buldum. Burada dünya kültürünü buldum. Bugüne kadar pek çok Müslüman ülkede bulundum. Diğer Müslüman ülkelerde bu enerji yok. Donup kalmış durumdalar. Petrodolarları çıkardığınızda onlardan geriye bir şey kalmıyor. (...) Yaratan'ın farklarla yarattığı yerde siz nasıl benzerlik tesis edeceksiniz? Farklılıkları kabul etmek zorundasınız. Farklılıkları yönetme sanatını öğrenmeliyiz; yok etme sanatını değil. Ben Pakistan ve Bangladeş'in Hindistan'dan ayrılma sürecine kendi ömrümde şâhit oldum. Bence ayrılık çözüm değildi. Neticeler bunu doğruluyor. Hindular ile Müslümanlar arasında tabiî ki farklılıklar vardı. Ama farklılıkları ortadan kaldıramazsınız; onları idareyi öğreneceksiniz. Nitekim yeni bir ülke kursanız bile onun içinde de farklılıklar olmaya devam ediyor. Pakistan'a bakın her gün bir ölüm, bir patlama haberi geliyor. Biz Hindistan Müslümanları olarak daha iyi bir durumdayız." (Timetürk 13052012)
Mevlâna Vahidüddin Han, "İlmin Işığında İslâm/İslâm Meydan okuyor" isimli kitabının "Giriş" bölümünü şöyle bitiriyor.
"Bu bahsi kapatmadan önce, son çeyrek asırda, İslâm'a olan muazzam hizmetleriyle tanınmış parlak şahsiyet olan, iki arkadaşım: Mevlâna Ebu'lÂlâ elMevdûdî ve Mevlânâ Ebu'lHasan Ali elHüsnî enNedvî'nin –bu kitabı onlara takdim ve ithaf ederken bana olan iyilik ve yardımlarını itirafı bir borç bilirim. Beni dolaylı olarak hayatımın en kıymetli bir döneminde, on beş yıldan beri, hayatımı İslâm'ın hizmetinde fedaya teşvik eden muharrik olmasıyle kıymetli üstad Mevdûdî'ye minnettarım. Muhterem üstad Nedvî ise, bu teşebbüste bulunmamda bana ön ayak olmuştur. Yüce Allah, onlara fazlından en iyi akıbetler ihsan buyursun."
Vahidüddin Han'ın bu kitabından bazı bölümleri aktarmak istiyorum:
"Risalet (peygamberlik), Allahü Tealâ'nın dilediği hususları insanlara bildirmek için insanlar arasından seçtiği kimseler (peygamberler) üzerine kelâmını indirmesidir. Allah ile Peygamberi arasındaki bu 'sıcak alâka hattını' göremedikleri için bazıları hemen inkâra kalkışabilir. Ama bugün bizler bilinen hakikatler vasıtasıyla bu meseleyi kolaylıkla anlayabiliriz. Her gün etrafımızda cereyan eden birçok hâdise var. Ama biz onları idrakten, işitmekten âciziz. Ancak modern ilim, ortaya koyduğu fennî cihazlar vasıtasıyla onları idrak etmemizi kolaylaştırıyor. (...) Araştırmalar ispat etmiştir ki, 'grasshopper' denilen hayvan müthiş bir işitme gücüne sahiptir. Hatta bu hayvan bir hidrojen atomunun yarıçapında meydana gelen hareketi hissedebilecek kuvvettedir... (...) 1950 yılında 'Bavyera'da yetkililer, 'Pernter Starvabil' adlı bir Alman'ı telepati yoluyla radyo programına girmekle suçladılar. Pernter Starvabil, Münih'te Regna Oteli'nde maharetini gösteriyordu. Kotiçina adlı oyunun kâğıtlarını seyircilerden birine uzatarak herhangi bir kâğıt çekmesini istedi. Sonra da bu kâğıdın ve otelin isminin seyircinin zihninde olduğu tertip üzere, Münih Mahalli Radyosu'nda haberleri okuyan spikere aktarılacağını ve spikerin farkında olmayarak bunları söyleyeceğini iddia etti. Birkaç saniye sonra halk spikerin titrek sesini işitti. Şöyle diyordu: 'Regna Oteli'nde Bastonlu Kız'. Kâğıdın ismi ve tertip hakikaten istediği şekildeydi. Korku ve titreme spikerin sesinden rahatlıkla anlaşılıyordu. Fakat o, haberlerin okunmasını bitirmişti. Bu hâdise Münih sâkinlerinden birçok dinleyiciyi hayrete düşürdü. Yüzlerce dinleyici bizzat radyoevine telefon ederek bu konunun açıklanmasını istediler. Çünkü 'Regna Oteli Bastonlu Kız' kelimelerinin haberlerle alâkasını anlamakta güçlük çekiyorlardı. Nihayet radyoevinin doktoru, spikeri muayene etmek için geldiği zaman, korkunç bir ızdırap içinde buldu. Spiker hâdiseyi şöyle anlattı: 'Başımda müthiş bir sarsıntı hissettim. Artık ondan sonra ne olduğunu bilmiyorum!"
"Çinli bir grup talebe, senelerden beri Kaliforniya Üniversitesi'nde öğrenim görüyordu. Bu talebelerden on ikisi 'Berkoli Kilisesi' papazına giderek, Pazar günleri Hristiyanlık hakkında kendilerine bilgi vermesini istediler. Niyetlerini açıkça anlatarak şöyle dediler: 'Biz Hristiyan olmak istemiyoruz. Fakat bu dinin Amerikan medeniyeti üzerinde ne derece tesirli olduğunu öğrenmek istiyoruz. Papaz, matematik ve astronomi bilgini Prof. W. Satoner'e bu gençlere ders verdirmeyi uygun buldu ve bu hâdiseden dört ay sonra, gençler Hristiyanlığı kabul ettiler.' Bunun arkasındaki faktörleri profesörün kendinden dinleyelim: 'Kafamda bir sual vardı; din hakkında onlara ne söyleyecektim? Çünkü onlar İncil'e inanmıyorlardı. Sonra taklidi olarak öğretmek de bir fayda temin etmeyecekti. Nihayet çalışmalarım esnasında, modern ilimlerle Kitabı Mukaddes'in 'Tekvîn' bölümü arasında büyük bir alâka olduğunu düşündüm. Bu fikirlerimi Çinli genç üniversitelilere anlatmayı uygun buldum. Hâliyle ben ve talebeler biliyoruz ki, bu kitabın, kâinatın başlangıcı hakkında ileri sürdüğü şeyler, modern ilimlerin yer ve gök hakkında keşiflerinden binlerce sene önce yazılmıştır. Yine biliyoruz ki, şayet bizler, Hz. Musa devrindeki insanların düşüncelerini, içinde yaşadığımız modern asrın ışığı altında incelersek, boş ve mânâsız sözlerden öteye geçmeyecektir. Kış devresini 'Tekvin' bölümünü okuyarak geçirdik. Talebeler bu yaratılış konusu etrafında çeşitli sualler yazarak bunların cevaplarını harıl harıl üniversite kütüphanelerinde araştırıyorlardı. Kış sonunda papaz, talebelerin kendisine gelerek Hristiyan olmak istediklerini haber verdi. Aynı zamanda gençlerin, Kitabı Mukaddes'in, Allah tarafından vahyolunmuş bir kitap olduğuna inandıklarını da sözlerine ekledi." (TheEvidence of God, P.P. 13738)
"Yeryüzünün başlangıcındaki durum, Kitabı Mukaddes'in 'Tekvin' bölümünde anlatılıyor: 'Her tarafına karanlık basmıştı.' Bu ifade, yeryüzünün o zamanki durumunu ifade eden en güzel bir tasvirdir. Modern ilme göre de yeryüzü başlangıçta sıcaktı, bu yüzden devamlı sular buharlaşıyordu ve koyu bir bulut şeklinde uzayda kalıyordu. Korkunç bir karanlık da yeryüzünü istilâ ediyordu."
"Bizler Tevrat ve İncil'in Kur'ânı Kerîm gibi İlâhî kitaplardan olduğuna inanıyoruz; İlâhî ilimlerden pırıltılar bulunduğunu kabul ediyoruz. Tercüme faaliyetlerinden sonra aslî İlâhî hüviyetleri zedelenmiştir. Amerikalı bilgin A.C. Morrissan'un tabiriyle, İlâhî nüshalar üzerinde insanların yaptığı değiştirme ve tahrifler söz konusudur. Zamanın gelişmesiyle de bu kitaplar aslî değerlerini kaybedince, tabir caiz ise, Allahü Tealâ Kitabının 'yeni bir baskısını' gönderircesine, Kur'ânı Kerîm'i göndermiştir."
"Bu bölümü, merhum Hind Âlimi Dr. İnayetullah elMeşrıkî'nin naklettiği bir hâdiseyle noktalamak istiyorum. Dr. İnayetullah diyor ki:
'Sene 1909, günlerden Pazar. Hava yağışlı... Âdeta bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor. Bir ihtiyaç için evden çıktım. Bir de baktım ki, Kembridge Üniversitesi Profesörü, meşhur astronomi bilgini 'Sir James Jeans' koltuğunun altında 'İncil' ve şemsiye kiliseye gidiyor. Hemen yaklaştım ve selâm verdim. Selâmımı almadı. Bir daha verdim. 'Benden ne istiyorsun?' dedi. 'Efendim iki hususu. Birincisi, şiddetli yağmura rağmen şemsiyeniz koltuğunuzun altında' dedim. Sir James Jeans, gülümsedi ve çabucak şemsiyesini açtı. 'İkincisi, sizin gibi sesini dünyaya duyurmuş bir şahsı kiliseye çeken kuvvet nedir?' dedim. Bu sual karşısında Sir James Jeans bir an durakladı ve sonra şöyle dedi: 'Bugün size evimde bir akşam çayı vermek istiyorum, lütfen teşrif ediniz!' Akşam evine vardığım zaman saat tam dörttü. Kapıya 'Leydy Jeans' çıktı, Sir James'in beni odasında beklediğini bildirdi. Odasına girdiğim zaman onu, üzerinde çay takımları konulmuş küçük bir masa önünde derin düşünceler içinde buldum. Geldiğimi görünce 'Neydi sualin?' dedi. Benim konuşmamı beklemeden Gökteki cisimlerin, yıldızların oluşumundan, akılları durduran nizamdan, uçsuz bucaksız boyutlarından ve yollarından, yörüngelerinden, çekim güçlerinden, insan havsalasına sığmayan ışık hızından ve kuvvetinden bahsederek bir konferans havası içinde konuşmaya başladı. Kalbimin, Allahü Tealâ'nın büyüklüğü ve heybeti karşısında sarsıldığını hissettim. Sir James Jeans'ın başındaki saçlar, diken diken olmuştu. Gözlerinden yaşlar damlıyordu. Elleri zangır zangır titriyordu. Bir an durakladı ve sonra şöyle dedi: 'Ey İnayetullah! Allah'ın eşsiz sanatının tecellisi olan şu varlık âlemine baktığım zaman, İlâhî Kudret'in büyüklüğü karşısında vücudum ürperiyor, titremeye başlıyorum. Allah'ın huzuruna vardığım zaman, "Allah'ım Sen çok büyüksün, çok yücesin!" diyorum ve âdeta bütün hücrelerimin aynı dua ile bana katıldıklarını hissediyorum. Kendimi başkalarının saadetinden bin kat üstün iki büyük saadet ve sükûn içinde buluyorum. Niçin kiliseye gittiğimi anladın mı ey, İnayetullah Han?!'
"Büyük âlim İnayetullah Han, sözlerine şöyle devam ediyor: 'Bu konferans zihnimde korkunç bir tufan doğurdu. Kendisine dedim ki: 'Efendim! Anlattığınız ilmî tafsilâtlarla cidden beni duygulandırdınız, bu münasebetle inandığım Mukaddes Kitap Kur'ân'ın bir âyetini hatırladım, müsaade ederseniz size okuyayım.' Başını salladı. 'Memnuniyetle!' dedi. Ona şu âyeti celileyi okudum: 'Dağlardan da beyaz, kırmızı, siyah, türden renklerde yollar yaptık. İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da böyle türlü renklerde olanlar vardır. Kulları içinde ancak âlimler. Allah'tan gerçek mânâda haşyet ve korku duyup tazim ederler.' (Fâtır Sûresi, 35/2728) Sir James Jeans, birden bağırdı: 'Ne dedin?' 'Allah'tan, kulları içinde ancak âlimler korkar.' 'Müthiş! Çok müthiş bir şey bu!.. Elli senelik müşâhede ve araştırmalarım neticesinde keşfettiğim bu hususları Muhammed'e haber veren kimdir? Sonra hakikaten bu âyet Kur'ân'da var mıdır? Eğer böyleyse ben Kur'ânı Kerîm'in Allah tarafından vahyolunduğuna inanıyorum, bunu kaydet.' Sir James Jeans sözlerine şunları da ekledi: 'Bir kere Muhammed ümmî (okumasızyazmasız) idi. Bu sırları, bizzat kendisi keşfetmiş olması imkânsızdır. Fakat bu sırları Allah bildirmiştir. Müthiş! Evet çok, çok müthiş bir şey bu!"
İşte Prof. Dr. Mevlâna Vahidüddin Han'dan aktardığım bu ve benzeri şeyleri 1970'li yıllarda öğrenmek bizlere çok hoş geliyordu. Onun için Gaziantep Sempozyumu'nda onu görüp dinleyince yanına gidip ellerinden iki defa öptüm...